YENİ ZELANDA İzlenimleri…

YENİ ZELANDA İzlenimleri…
Yazı ve Fotoğraflar: Demet DEMİRKAYA

Ağaca dokunmak bitkileri bırakın kopartmayı ellemek yasak. Her park her doğal güzellik “free”. Bedava. Ama siz de saygı duyun umuluyor.

[IşıkBinyılı.Org]  Bir ergen o. Gençliğinin en güzel yıllarında. Işıl Işıl parıl parıl ve saf. Yakışıklı mı yakışıklı güzel mi güzel. Jilet gibi de giyinmiş. Yeşili örtünmüş koca koca dağları. Mavi mavi bakıyor berrak suları.
Uçaktan inip de kiralık arabayla yola çıktığımda Yeni Zelanda’nın Kuzey Adasında yemyeşil meralara yayılmış koyunları görünce aklıma Hayvan Çiftliği romanı geldi Orwell’in. Koyunlar ele geçirir yahu bu ülkede yönetimi. Distopik falan da değil bence, dedim içimden.

Yeni Zelanda, #nehir, Foto Demet Demirkaya

Bir ada ülkesi olan Yeni Zelanda iki parçadan oluşuyor. Kuzey Adası ve Güney Adası. Bir zamanlar Avustralya ile birleşik kara parçasıyken jeolojik etkilerden sonra kopup kendi başına bir ada haline gelmiş. Her ikisine de hem trekking hem de gezi amaçlı geldiğim için her 4 günde bir ev veya otel değiştirerek devam edeceğim seyahatime.
Henüz emperyalizm, kapitalizm konuşulmuyor buralarda. Hala çiftçilik var mesela. Çiftçi de. Hatta hemen hemen herkes biraz çiftçi zaten. Hatta insandan çok koyun var ülkede. 5 katı insan nüfusunun.

Kereste, hayvancılık ve turizm başlıca gelir kaynakları zaten.
Yolum öyle renkli ve keyifli ki. Sağım solum ya orman ya mera ya deniz. Burası bir ada ülkesi. Su her yerden davet ediyor sizi kendine. Öyle çok yerde duruyorum ki yol boyu içime çeke çeke ve özümleyerek bu cennet ülkeyi kalacağım evlerden birine ancak akşam geç saatte varabileceğimin bilincindeyim ama umurumda değil. Yarın ilk trekking günüm ama olsun biraz geç başlarım tırmanışa.

Yeni Zelanda, #sahil, Foto Demet Demirkaya

Sahillerde bangır bangır müzik basan neredeyse denizin içine konuşlandırılmış bir tek mekan yok. Mekan kavramı yok hatta. Kafe var. Onlar da denize saygıyla eğilir gibi çok uzağında sahilin. Manzarası yeter bir sevgi ile doğanın bütünlüğü hiç bozulmadan ve dokunulmadan her bina kısa ve sahilden oldukça geride konuşlandırılmış.

Son yıllarda Yüzüklerin Efendisi filmlerine çekim yeri olmaları sebebiyle pek bir popular olmaları belirli regülasyonlar koymalarına neden olmuş. Haftanın belirli günleri ve ancak rehber ile ziyaret edebiliyorsunuz o meşhur film setini mesela. Çünkü bütünü bozmak ve kirletmek en büyük endişeleri. Oradan da geçtim, ama rezervasyon yapmak gerekiyor buranın turu için ve şimdiden 3 ay bekleme var!

Yollarda molalarımda bir iki arkadaş ediniyorum. Hatta ikisiyle daha sonra ara ara buluşuyor akşam yemeklerimde muhabbeti de koyultuyoruz. Ne enteresan bir ülke burası anlatıyorlar konuştukça şaşırıp daha da çok hayran oluyorum.

Yaptığım sohbetler kadar ülkede geçirdiğim 14 günün bende kalan izlerini aktarmak istiyorum. Kimbilir belki bir gün yolunuz düşer buralara.

Yeni Zelanda, #treking, Foto Demet Demirkaya

Ağaca dokunmak bitkileri bırakın kopartmayı ellemek yasak. Her park her doğal güzellik “free”. Bedava. Ama siz de saygı duyun umuluyor.

Bazı ormanlara girerken ilaçlıyorlar sizi. Bir ormandan diğerine hastalık taşımayın diye.
Ülkeye bir elma bile sokamıyorsunuz veya çamurlu bir ayakkabı. Getirebileceği hastalıklar sebebiyle. Bu hastalıklar bitkiler ağaçlar ve her türlü canlı için ayrı ayrı sınıflandırılmış.

Plastik torba yasaklanmış 2019’da. Her şey suya tuttuğunuzda eriyen kağıt torbalarda.

Plastik şişeden su içiyorsanız ayıplanıyorsunuz. Herkes kendi cam veya termos şişesini taşıyor yanında üzerlerinde adları yazan.
Sokakta denizde göllerde çöp yok!
Ülkenin çıkardığı plastik çöp dünyadaki sayılı az plastik çöp üreten ülkelerden biri yapmış onları.

Restoran ve eğlence yerleri dışındaki her yer geç açılıp erken kapanıyor. İşiniz 10 dakika uzasa bile kapanma saati geldi mi pat diye bırakıp gidiyorlar. Kimi sabah 9 kimi 10 da açılan iş yerleri saat 5.30 da kapanıyor.

Başta dediğim gibi kapitalizm uğramamış henüz buralara. Sizin için size ait kararları alan bu ‘antidemokratikliği’ size sizin yararınıza yaptığını empoze eden bir devlet sistemi yok burada. Amerika’nın liability(yükümlülük) kanunları gibi kanunlar olmadığı için her riski alabilirsiniz ve aldığınız her riskin getirisi bir arıza veya felaketten kimseyi sorumlu tutamıyorsunuz. Sen senden mesulsün. (Senin adına seni düşünen yok yani. Ama bu yüzden sömürüldüğün kanunlar da yok)

Yeni Zelanda, #sörf, Foto Demet DemirkayaAdrenalin maceraları hayatlarının ve turizmlerinin büyük bir parçası. Biri bir yerden illa atlıyor bacağından bağlı ya da kendini bir yere bağlamış sarkıyor yarasa misali. Şelale görmesinler ya da bir köprü!

Güney Alp’leri denen dağlarının oyamadıkları yerlerine yaptıkları yolları ve asma köprüleri geçerken arada türbülansa giren ateist yapıyor sizi ambians! Bir de bitmeyen o yollarda benzin istasyonlarının 8de sizinle vedalaştığını anladığınızda yavaş yavaş bavuldaki hediyelik eşya yüklerini bırakmaya başlıyorsunuz pencereden ki yolu bitirebilin son damlayla! (Tecrübeyle sabitlenmiştir)

Clean and Green(Temizlik ve Yeşil) okullarda bir ders. Bu öğretiyle büyüyor çocuklar. Saygıyla da.

Oyuncakçı dükkanı yok. Oyuncakla büyüyen çocuğa da inanmıyorlar! Hem plastik olmaları yüzünden istemiyorlar hem de doğadan özellikle de ağaçtan elde edilebilecek oyuncak veya eşyalara sıcak bakıyorlar. Kendi yapsın yönlendiriliyor çocuklar. Yaratıcılığı körüklensin çocuklarının istiyor ebeveynler. Ve en çok da doğa da açık havada oynasın diye sağlanmış yüzlerce aktivite var. Eve kapanan çocuğa kesinlikle tolerans yok. Hiç bir çocukta tablet vs yok. Hepsi bisiklet tepesinde, göllerde, dağlarda trekkingte.

Bisiklete binmeyi yüzmeyi bilmeyeni yok.
Alışverişi sevmiyorlar. İhtiyaç dışında alışveriş yapan yok.Turistlerle dönüyor küçük işyerleri.
Kmart popüler. Her şey var ve hala ucuz, diye bence.

Minimal yaşıyorlar. Evler arabalar vs hiç bir şey arazi kocaman olmasına rağmen büyük değil.
Lüks araba neredeyse yok kadar az. Japon ve Kore arabaları revaçta.

Marka giyimi boşverin aynı tişörtü bir çok yere giymeniz oldukça olağan karşılanıyor. Hatta parti vs ortamlarında bile bu tarz rahat ve aynı bir giyim tarzı söz konusu.

Bu zengin bu fakir diyebileceğiniz kesin bir ayrım yok o ayrımı yaratabilecek bir maddesel ortam da. Herkes aynı yerden aynı şeyleri alıp giyiyor yiyor içiyor.

Evde pişirilen yemek yemekten sayılıyor. Restorana gidenler genellikle turistler. Paket hazır gıda, donmuş gıda yok. Microwave (mikrodalga fırın) koyup da yenebilecek yemeği belki çok turistik bir bölgenin süpermarketinde buluyorsunuz ancak.

Yumurta. Biz yumurta yemiyormuşuz New York’ta. Bu yumurtaların sarısı kayısı tadı ise çok güzel.
5,5 dolara aldığım kuzu eti ile 2 kişilik bir ailenin doyabileceğini de eklemeliyim. Büyükbaş etlerin fiyatı ise o kadar muhteşem değil.
Et ızgaraya koyduğunuz anda pişiyor neredeyse. Bilmiyordum. Bilmiyordum antibiotik hormon kokteylli etleri yemekten anlamamışım doğal yetişen saldım meraya mevlam kayıra hayvanların kekik, nane, maydanoz, semizotu, kıvırcık salata gibi yeşillerin de içinde olduğu şifalı otlarla dolu meralarda otlamaktan sütlerinin etlerinin bu kadar lezzetli olabileceğini.
Ama her gıda için söylenemez bu. Volkanik sülfürlü veya kireçli topraklar. Muzu sülfür kokusundan yiyemedim mesela. Ama salata ve yeşillikler çok lezzetli.

Midyelerin temiz bir denizde neyi temizlediğini merak ettim en çok. Ama öyle çoklar ve renkleri öyle farklı ki. Benim bildiğim midyelerin iki katı bunlar ve 8- 9 tanesi başlı başına bir öğün .Ve oldukça ucuzlar. Yani al kuzunu al midyeni al salatanı sağlıklı bir öğün sana 10-12 dolar. New York’ta artık McDonalds’ta menü yok o fiyata! Tabii bu fiyatlar biz turistler için uygun.

Çinliler ve Hindistanlılar göçetmeye başlamışlar hızla buraya. Sanki bu göçten çok da memnun değiller. Zira kendileri gibi bir özen gösterilmeyeceğini bilmekten bu. Ama ekonomik olarak ihtiyaç da duyuyorlar buna her ülke ekonomisi gibi elzem bu.

Çünkü Yeni Zelanda hükümetinden mutsuz. Saat ücreti brüt 24 NZ doları. 456 TL yani.
Geçim için yetersiz. Ülke enflasyondan da şikayetçi.
Evler çok pahalı. Köy evinin gol yemişi (!)bir ev 350bin NZ doları. Siz çarpın artık TL için!
Kiralık evi özellikle buraya sonradan göç edenler tercih ediyor. Daha ucuz kiralar.

Park yeri çoğu yerde ücretsiz.
Bahşiş beklenmiyor. Bıraksanız da bırakmasanız da aynı saygı ve hizmeti görüyorsunuz.

Ne Kuzey Adasında ne Güney adasında perde kapatmaya ve kapı kilitlemeye ihtiyaç duymuyorlar. Ülkede suç oranı yok denecek kadar az.

Stres yok. Korna sesi yok. Zırt pırt polis yok. Yangın da yok mu ne! Geç mi kaldın olsun. Oğlun okula geç mi kaldı kızarlar mı yooo!. Yolda trafik mi oldu (kaza, tamirat) in öndeki arabayla sohbet et. Korna sesi duymadım hala. Sırf kiralık arabanın kornasını duyiim diye dağlarda gece yarısı bastım bir iki. Sanki onun da sesini kısmışlar çıkmıyordu pek!

Şimdi yaz. Ama gideceğim bir sonraki adada hava sıcaklığı sonbahara geçecek.
Bir günde 4 mevsimi yaşamak mümkünmüş. Adanın denizle çevrili olması sebebiyle fırtınalı bir soğuk günden yaz gününe geçiş aynı gün içinde sık sık rastlanan bir durummuş.

Her yer bitki çiçek ot kokuyor. Şehirler bile.
Avustralyalılar ve İngilizler pek seviyorlar burayı. İngilizce konuşuluyor ama asıl lisan Maori.

Herkesin evinde bir sedan ve bir kamyonet veya SUV denilen jipler var. Çünkü çoğu kendi hayvanını sebze meyvasını yetiştiriyor.Ekonomik sebeplerden dolayı biraz bu kendi etini sütünü yeşilliğini yetiştirme konusu. İkinci araba sosyalleşmeye. Daha da ekonomik versiyon ikinci araba.
Vergiler çok yüksek.

Medikal sektör fena.
Uzun süren beklemeler var public health(devlet sağlık) sisteminde. Birisine kalp ameliyatı için 2 sene sonraya gün vermişler. Adam damar tıkanıklığı ve genetik olarak kalp rahatsızlığı riskli.

Private Health S. (özel sağlık sistemi)çok pahalı.

Kalifiye insanları doktor mühendis vs gibi kaybediyorlarmış başka ülkelere! Şaşırdık mı?Hayır!! (Bir şey hatırlatıyor sanki di mi!!)

Hükümet burada turizme bütçe ayırmamış. Funding yok. Oysa ülkenin son yıllardaki ikinci en büyük gelir kaynağı.

Birinci ne mi?

Süt!(Dairy products) Özellikle süt tozu. En büyük alıcı kim? Çin. Bebek maması için. Emzirmiyorlarmış ne hikmetse Çinli anneler. Canları kıymetli. Vücutları da!
Genç nüfus istiyormuş Çin hükümeti o sebeple bebek yapın demiş hükümet. Bu yüzden de süt alımı iyice artmış. Yeni Zelanda’dan. Süt tozu formatında özellikle.
Salata, şifalı otlar ve bazı meyvaların da en büyük alıcısı Çin.
Resmen ona çalışıyor bu ırk! Pek haz etmeseler de Çin onların en büyük müşterisi.

Buradaki tüm büyük araba kazalarının onlara ait olduğunu söylüyorlar. Araba kullanmayı bilmiyorlar diyorlar. Hele bir de buradaki trafik akışı soldan diye iyice felaketlermiş. Sebep; ülkelerinde similasyon eğitimi sonrası parayla ehliyet almaları dedi bir rehber. Bilmem doğru mu!

Avustralyalılara da çok sıcak bakmıyorlar sanki. Karşılıklı bu his bu iki ırk arasında. Ada bir zamanlar birleşikmiş Avustralya ile ayrıldıklarında bütün tehlikeli ve vahşi doğa Avustralya’da kalmış (sırf bu yüzden sever insan Avusturalya’yı yahu!). Y.Zelanda’da ise en tehlikeli hayvan an itibariyle possum..Keseli sıçan!

Bizde doğa bizde tertemiz su diyorlar. Ki su renginden de görüleceği gibi cidden müthiş temiz. Bunun için ülkenin neredeyse 3te1 ini doğal park ilan etmişler. Her şey korunuyor. Bazı yerlerde çöpünüzü taşıyorsunuz gideceğiniz başka bir şehre.

Dubai buradan Glacier (buzul) alıp sürüye sürüye ülkesine götürmüş, 3 te 1 i erimiş yolda ama yine de memnunlarmış. İçme suyu olsun diye!

Buz demişken kar yağan bölgelerde büyük sorunlar yaşanıyormuş buzlanma vs. Trafiğe kapatıyorlar hemen o yolları. Tuz atmak yasak. Toprağı bozar düşünülerek. Kar zincirsiz yola çıkmak ise 1000 Y Zelanda doları ceza!

Elektrik voltajı 230/240 volt. Yani ne Amerika’nın ne de Avrupa’nın voltajına uygun. Burası için apayrı bir adaptör taşımak gerekiyor yanısıra. Taşıdığınız kabloları fişe sokmak ise 3 bilinmeyenli denklem! Bir de her bir prizin yanında açma kapama düğmesi var ki akımı sağlasın. Emniyetçiler.

Küçük işyerlerinin işi zor. Ayakta kalmak ve alışverişi sevmeyen ancak ihtiyaç doğarsa alışverişe giden Y.Zelanda halkını çekmek için çok maksatlı formattalar. Yani bir kafede bir yerde hediyelik eşya, diğer yerinde fotoğraf stüdyosu bir başka tarafında kedi köpek bakım ve yıkama bölümü olabiliyor.

Kahve neredeyse su kadar çok tüketiliyor. Ve kahve yapımı sanatın bir dalı gibi. Özenilerek emek verilerek zamana da kıyılarak yapılan kahvenin her türünü benzin istasyonlarında bile bulabiliyorsunuz. İlla bir barista var kahve için her işletmede. Kahveler duble ‘shot’. Yani hem güzel hem de oldukça kuvvetli. Kakao serperek tadını yumuşattıkları gibi sağlıklı olmasına da gayret ediyorlar.

Bu ülke “Kanatsız Kuşlar” diyarı!. Sembolleri olan ve halkına da takma ad olan Kiwi bir kanatsız kuş mesela.Onun gibi bir çok kanatsız kuş var bu ülkede. Ada o kadar uzak ki her yere “nereye uccan ağbi” diyerek kanatları söküp atmış kuşlar bence! Yoksa rabbim dalga geçmemiştir kuşu uçmayan ülkeyle!

3cü Dünya Savaşı çıkarsa en emin güvenli ülke düşünüyorlar kendilerini.

Kuzey Adasından Güney Adasına geçmek bir ferry ile mümkün.Yolun yarısı bazen çok dalgalı belki de biraz tehlikeli ama turkuaz bir suda sonrası ise daha da muhteşem güzelliklerle bezeli bir yol.

Polinezya, Güney Pasifik Adalar’ından, göç etmiş Maori ‘lerin Avustralya ve İngiliz kombinasyonu bir ingilizce ile konuşuyor olması bazen Amerika’da zenci veya Çinli’lerle konuşurken dudak okuyan bana “dudak lisanının”da burada bir halta yaramadığını öğretti.
El kol hareketleriyle kendi yarattığım işaret dilini sıklıkla kullanıyorum. Bu arada 2006 yılında işaret dilini resmi 3cü dilleri kabul etmişler. İngilizce, Mauri ve işaret dili konuşuluyor.

Maori’ler esmer ve hafif çekik gözlü. Bazılarında ağız ve çenelerini kaplayan bölgelerde dövme var. Maori dövmesi deniyor buna. Ya da Moko. Bir prestij bir titre göstergesi imiş eskilerde. Şimdilerde biraz köklerine bağlılık sembolü gibi.

Maori’lerin(yerel halk) hala çok ciddi hastalıklar için bu bitkilerden faydalandığını anlattı Fosforlu Solucan Mağarası rehberim. Çenesinde Moko(Geleneksel Mauri dövmesi) saçları arkadan ağaç dalıyla topuz yapılmış matrak bir adamdı. Ölümsüz dediği kayınvalidesini anlattı zifiri karanlık dehlizlerde bize! Arada solucanların niye fosur fosur parladığını söyledi de turun psikoterapiden başka maksadı da olmuş oldu!
92 yaşındaki ömrü boyunca havanda ezdiği bitkilerin tozlarını düzenli olarak yiyip içip 8 çocuk 15 torun sahibi kayınvalidesinin bisiklet ve ata bindiğini, yeniden evlenmek için eş bile aradığını söyledi.
Bazı otları çiğneyerek torunlarının yaramazlık yaralarına bastığını ve iyileştirdiğini de.

Potasyum Siyanür’le de tanıştım!

Possum, fare, gelincik gibi hayvanlar buradaki vahşi doğayı oluşturuyor! Ama kuşlarını yiyor diye onlarla büyük bir savaş var siyanürlü miyanürlü.

Possum bir nevi keseli sıçan. Türkçe çevirisi bu. Görünümü ile sıçanın büyüğü ve keseli olanı.
Doğadaki hemen hemen her bitki ve ağaç kökü ile beslenen, soyu tükenmekte olan Kiwi ve diğer kuşları(!) yiyen possum’lar New Zelanda’nın başının belası! Doğaya zarar veren ve hızla üreyen bu tüketicilerden kurtulmak için bazı bölgelere potasyum siyanür atıyorlarmış. Altın madenlerinin olduğu bölgelerde çıkarılan altınları temizlemek ve işlemek için de kullanılıyormuş zaten siyanür. Eskilerde daha çok kullanılan siyanürü artık halk istemiyor, yönetim de bizim alıştığımızın tersine, halkın bu isteğini dikkate almış!!
Bu sebeple, artık madencilik tiyatro maksatlı gösterilerde ancak!

Girmek üzere olduğum bir patikada rastladım potasyum siyanür var girilmez levhasına. Çok da dikkat çekmeyen alelade bir arsa satılık ilanı gibiydi.

Başka bir patikada ise çıkarken gördüm küçücük bir uyarı yazısı.”Bu patikada zehirli bitkilerden arındırılma çalışması yapılmaktadır!! Girmeyin!!
Arındırmışlar!! belli ki. Yoksa bi bacağı bi ayağı bırakırdım Yeni Zelanda’ya! Ya da yerleşmiştim bu topraklara..6 feet under!

Aralarda zehirli bitkiler olduğu gibi şifalı otlarla da dolu Yeni Zelanda ormanları ve doğal parkları.

Sadece ılıman iklim bol yağmur ve nem sebebiyle oluşan Yağmur Ormanları’nda değil yürüdüğünüz her hangi bir patikada, tarlada ve hatta sokakta bu  mucizevi şifalı bitkilere denk gelmeniz mümkün.. de tanır mısınız?

Sahil boyu giden bir patikada denk geldim ben. Yanına kocaman bir tabela koymuşlardı. Bir yaprak koparmak geçmedi değil aklımdan! Çiğniycem mi, üstünde mi zıplıycam, sürcem mi yiycem mi napçam bilsem belki alırdım yalan değil!

Geçtiğim şehirlerden biri de Rotorua ..bozuk yumurta kokulu şehir!..
Daha şehre girmeden yaklaştığınızı anlıyorsunuz Rotorua’ya .Jeotermal aktiviteler ve en çok da volkanik yapısı sebebiyle havaya karışan sülfür kokusu hissettiğiniz.
Açtım ama o kokunun menşeinin suya da karıştığını düşündüm. Üstelik o bölgede yetişen sebze veya meyva ve hatta hayvanlar dahil hiç birini yemeğimde istemedim. Kafam öyle kurguladı!
Bir sonraki şehir 4 saat ve öğleden sonra olmasına rağmen o kokuya ne burnum ne de midem dayanabildi.

Rotoura’da spa’lar kaplıcalar çamur banyoları dolu. Mandalı takın şifaya koşun!
Tok gelin bence ama!
Umumi tuvaletler her yerde. Ve hepsi tertemiz. Zaten hepsinde arkanızı temizleyin diye temizlik deterjanları, ki hepsi organik, görebileceğiniz yerlere konmuş. Halk bilinçli.
Poposunu temizleyip ortalığı ..bulayıp din iman temizlik diyenlere selam olsun!

Bunu yazmışken dikkatimi çeken bir diğer şeyi de yazayım. Bunca martı hiç biri mi bir tüy dökmez bir loto aldıran sürpriz bırakmaz! Poposunu toplamaya temizlemeye martısına kanatsız kuşuna kadar eğitilmiş bu ülkenin Türk kocalara eğitim semineri düzenlemeleri talebimi ileteceğim yetkililere!

Bir zamanlar,19’uncu yüzyılda altın madenleriyle dolu, ki hala var demektir yerin altında diye vallahi arandım toprağı bi iki eşeleyip!! kasabaları Ross Town gördüğüm en fakir yerleşim yeriydi. Evler eski yıkık dökük ve halk belki de en eğitimsizleriydi.
Altın kasabası diye de geçen bu yer böylesi fakir.
Bu ne yaman çelişki anne!

Bi de geyik yapiim.
Geyik konusu; avlanması serbest 365 gün gece gündüz. Ülkede aşırı miktarda geyik olması ve doğal tabiata büyük zarar vermeleri sebebiyle bu sorunu avlanarak çözmeye çalışıyorlar.
Şöyle ki;
Her avladığınız geyiğin kuyruğunu kesip getirip yetkili istasyonlarda kuyruk başına iyi ücretler alıyormuşsunuz… bir zamanlar!

Geyik çiftliğini ilk defa Tim Wallis isimli bir adam başlatmış. Girişimci ağbi! Bakmış geyik çok ülkede hükümet vur diyor manyak mıyım ben bir bir vurana dek deyip helikopterden atlayıp bir “stag” i (trofilik, baba!! geyik) ve dişiyi bağlayıp helikopterine atıp çiftliğine götürüp orada üreterek başlamış bu işe. Yurtdışından yine en çok geyik alan ülke Çin.
Almış yürümüş bu iş! Ama hala avlanmak devlet destekli ..madden.

Anti nükleer’ler ve gurur duyuyorlar bununla. Silahsızlanma konusunda da istikrarlılar. Wellington şehrinde yakınlarda yaşanmış bir eski askerin yaptığı toplu katliam sonrası askeri tüm silahlarını hükümete geri satmışlar. Avlanmak için tüfeklerinin dışında silah yok evlerinde artık.

Kadınları da sıradışı biraz. Bizim klasik kadın tarifimize uymuyorlar. Sıradışı her işe el atıyorlar. Erkeğin işi o diyeni yok yani.
Mesela bir kamyon şoförü kadın senede 100bin dolar alıyormuş Avustralya’da. Kendi ülkelerinde bu rakamlar hayalmiş diye kızıyorlar saat ücretlerinin düşüklüğüne.
Avustralya kadınları iş hayatında erkeklerin egemen olduğu işlerde de çalışsınlar diye teşvik ediyormuş ve bu sebeple de daha yüksekmiş bu tarz zorlu işlerin maaşları. Biraz örnek alıyorlar sanki orayı.

Derken yolum Queenstown’a düşüyor. Adanın güney tarafında yeralan bu şehir başka hikaye! South Island yani Güney Adası Kuzey’e nazaran daha serin bir bölgesi.
“Playground of The Rich” diyorlar bu şehre.
Adrenalin diyarı..!Zenginin oyun bahçesi.

Arabalar bile değişti burada.Tesla’lar, Lexus’lar az biraz da Mercedes’ler..

Yok yok! Sen yeterki ölmek iste!!! Kalbin hızlı atsın diye gel buraya ya da!

Sen söyle onlar yapsınlar! Maceralar şehri!

Gece hayatı..büyük burada! Buzdan barlar bile var! Barın tamamı buz.Yaz günü, eksi 10 derecede, montlar eldivenler botlar içkinizi yudumluyorsunuz her şey ışıl ışıl.

Keyif üstüne kurulu tüm geceler. Arkada muhteşem dağlar önünüzde muhteşem göller, nehirler ve deniz.

Ama en pahalı şehri Yeni Zelanda’nın.
Bizdeki yalı evlerinin yerine göllere, dağların suya bakan bölgelerine yapılmış evler süslüyor şehri.

En kalabalik sezonu bu aylar. Çünkü yaz burada. Kış ayları ise Haziran, Temmuz, Ağustos. Ama öyle büyük ki ada sıra yok restoranlarda. Trafik yok yollarda. Sahiller var sanki sadece size ait!
14 gün nasıl geçti! Zaman zaman sonu denizlere açılan zaman zaman dağlarına çıkan patikalarından sokaklarına sahillerine sosyal yaşamına aktığım büyülendiğim bir ülke Y.Zelanda.

Ayrılırken de aynı güzellikle uğurluyor beni.

Doğayı seven doğallığı seven basit hayatı isteyen sadeliği isteyen herkesin illa görmesi gereken bir ada. Hem romantik hem vahşi..uysal ve dingin de..

Back to the Future dedirten ülke. Neredeyse her ülkeden ilerde saatleriyle…

500 milyon yaşında ‘yeni ergen’ bir ülke..

Yeni Zelanda, #göl, Foto Demet Demirkaya

Yeni Zelanda, #martı, Foto Demet Demirkaya

Yeni Zelanda, #şelale, Foto Demet Demirkaya

Yeni Zelanda, Foto Demet Demirkaya

2024, Yazı ve fotoğraflar: Demet Demirkaya, www.isikbinyili.org

You may also like...